Depremde yakınlarını kaybedenler, yaralananlar veya binaları hasar görenler, binaları inşa eden müteahhitler, yapı denetim firmaları ve belediyeler hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunabilir. Ayrıca, İdarenin imar mevzuatı uyarınca yapıların depreme dayanıklılığını sağlamak için yapılaşma koşullarını düzenleme, bunlara ilişkin ruhsatlandırma yapma ve denetleme, deprem sonrası arama ve kurtarma gibi görev ve yetkileri bulunmaktadır. İdarenin kusur sorumluğunun dayanağını oluşturan hizmet kusuru, iradi bir işlem ya da eylemden kaynaklanabileceği gibi, idarenin dikkatsizliğinden, tedbirsizliğinden ve ihmalinden de kaynaklanabilir. Bu husus, hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla idarenin imar mevzuatından kaynaklanan görev ve yetkilerini yerine getirmemesi, denetim ve kontrol görevlerini yapmaması hallerinde idarenin hizmet kusurundan söz edilebilecektir. Bu bağlamda deprem, idarenin davranışıyla deprem neticesinde ortaya çıkan zarar arasındaki illiyet bağını ortadan kaldırmamaktadır. Bu halde ise deprem neticesinde ortaya çıkan maddi ve manevi zararlardan idarenin kusuru oranında sorumlu olması hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir.
Deprem can ve mal kayıplarının tazmini
Ülkemizde en sık rastladığımız ve etki bakımından da en geniş afet, depremler olup ülkemiz dünyanın en aktif deprem kuşaklarından birinin üzerinde bulunmaktadır. Geçmiş yıllarda ülkemizde birçok yıkıcı deprem olmuştur.
Kahramanmaraş’ta 6 Şubat Pazartesi günü 7,7 ve 7,6 büyüklüğünde iki ayrı deprem meydana geldi. Merkez üssü Pazarcık ilçesi olan ve saat 04.17 meydana gelen ilk depremin büyüklüğünün 7,7 olduğunu açıklandı. İlk depremin ardından aynı gün saat 13.24’te merkez üssü Elbistan ilçesi olan 7,6 büyüklüğünde ikinci bir deprem daha meydana geldi. Ana depremler ve artçı depremler toplam 10 il birden şiddetli bir şekilde etkilendi. Kahramanmaraş ve Hatay başta olmak üzere Kilis, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman ve Malatya illerinde deprem büyük yıkıma, can ve mal kaybına yol açtı. Depremlerin ülkemizin bir gerçeği olduğu ve gelecekte de olmaya devam edeceği bir maalesef bir gerçektir.
Deprem nedir?
Deprem nedir? Öncelikle ifade etmek gerekir ki deprem ciddi can ve mal kayıplarına sebebiyet verebilme potansiyeline sahip bir doğa olayıdır. Deprem sözlükte “yer kabuğunun derin katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi veya yanardağların püskürme durumuna geçmesi yüzünden oluşan sarsıntı, yer sarsıntısı, hareket, zelzele” olarak tanımlanmaktadır. Yine deprem, yerkabuğu içindeki kırılmalar sebebiyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yeryüzeyini sarsması olayı olarak tarif edilmektedir4. Benzer bir şekilde depremin “yerküre üzerindeki kırık (fay) düzlemleri üzerinde biriken biçim değiştirme enerjisinin aniden boşalması sonucunda meydana gelen yer değiştirme hareketinden kaynaklanan titreşimlerin dalgalar halinde geçtikleri ortamları ve yeryüzeyini sarsması olayı” olduğu ifade edilmektedir.
Depremle ilgili yasal Mevzuat;
- 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun,
- 4123 sayılı Tabii Afet Nedeniyle Meydana Gelen Hasar ve Tahribata İlişkin Hizmetlerin Yürütülmesine Dair Kanun,
- 6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu,
- 4539 sayılı Doğal Afet Bölgelerinde Afetten kaynaklanan Hukuki Uyuşmazlıkların Çözümüne ve Bazı İşlemlerin Kolaylaştırılmasına İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabulü Hakkında Kanun,
dan oluşmaktadır.
Deprem ile ilgili ikincil mevzuat ise;
- Afetlerin Genel Hayata Etkililiğine İlişkin Temel Kurallar Hakkında Yönetmelik,
- Afet Sebebiyle Hak Sahibi Olanların Tespiti Hakkında Yönetmelik,
- Afet Sebebiyle Yapılan ve Yapılacak Olan Binaların Borçlandırma Bedellerinden Yapılacak İndirimler Hakkında Yönetmelik,
- Afetler Sebebiyle Edinilen Bina Arsa ve Arazilerden Arta Kalanların Değerlendirilmesine Dair Yönetmelik,
- Zorunlu Deprem Sigortası Tarife ve Talimat Tebliği,
- Zorunlu Deprem Sigortası Genel Şartları,
dan oluşmaktadır.
Depremzedelere sağlanan kolaylıklar
Deprem afetzedelerine ve vekili avukatlara bazı kolaylıklar sağlanmıştır. Şöyle ki, afet bölgelerinde afetten kaynaklanan uyuşmazlıklara ilişkin; vekaletname aranmaması, delil tespitlerinin öncelikle yapılması ve adli yardımdan yararlanma kolaylıkları düzenlenmiştir.
Hasar tespiti
Bir deprem sonrası arama kurtarma çalışmalarının yüksek oranda tamamlanmasından itibaren hasar tespit çalışmalarına başlanır. Afetin büyüklüğüne göre çevre illerden ya da tüm illerden inşaat mühendisi ve mimarlar görevlendirilerek bu tespitler yaptırılmaktadır. Tespitler sonucu binalara yıkık, ağır hasarlı, orta hasarlı, az hasarlı ve hasarsız sonuçları verilmektedir.
Hak sahipliği
Deprem sonrası en önemli husus hak sahipliği kurumudur. Devlet, hak sahibi olanlara bina yapmakta ya da inşaat kredisi vermektedir. Mevzuata göre kimler hak sahibi olamaz?
- Eşya Hukuku anlamında başkasının arazisine yapı yapanlar,
- Mülkiyeti tüzel kişilere ait olan binalar,
- Hak sahibi ebeveyniyle birlikte oturan evli kişiler,
- Kendisine veya eşine ait o yerde başka daire veya binası olanlar,
- Kendisine veya eşine ait o yerde başka işyeri olanlar hak sahibi olamazlar.
Hak sahibi olabilmek için öncelikle afetzedenin evinin oturulamayacak derecede ağır hasarlı olması gerekmektedir. Bu şarta ilave olarak;
- Ebeveynine ait başka bir konutta ebeveyninden ayrı olarak oturmakta olan kişiler,
- Elbirliğiyle veya paylı malik olunan konutlarda hisseler korunarak,
- Elbirliğiyle veya paylı malik olunan binalarda aile sayısı kadar,
- Hem konutu hem de işyeri zarar görenler hak sahibidirler,
- Yaşamını yitiren afetzedenin hak sahipliğine ilişkin hakları kendilerinin ve eşlerinin konutları olup olmadığına bakılmaksızın mirasçılara geçer.
Devir ve değişim yasağı
Hak sahipliğine ilişkin önemli bir husus da devir ve değişim yasağıdır. Hak sahipliği, ilişkin bulunduğu afet veya konuta göre hüküm ifade eder. Buna göre konut için olan hak sahipliği işyeriyle, işyeri için olan hak sahipliği konutla değiştirilemez. Afetzedeliğin ve buna ilişkin hak sahipliğinin üçüncü kişiye devri mümkün değildir. Afetten zarar gören bir taşınmaz malı, afetten sonra satış veya başka şekillerle devralan üçüncü şahıslar da hak sahibi niteliğini kazanamazlar.
Zorunlu deprem sigortası (DASK)
6305 sayılı Afet Sigortaları Kanununa göre kurulan, kısa ve yaygın bilinen adı DASK olan kamu tüzel kişiliği bulunan Doğal Afet Sigortaları Kurumu ülkemizde zorunlu deprem sigortası edindirme, uygulama ve yönetimi bakımından sorumlu tek kuruluştur.
DASK’ın kuruluşunu da sağlayan bu yasanın amacı; binalarda deprem sonucu meydana gelebilecek maddi zararların karşılanmasını teminen yaptırılacak zorunlu deprem sigortası ile sigorta şirketlerince teminat verilemeyen veya teminat verilmesinde güçlükler bulunan çeşitli afetler ve riskler sonucu meydana gelebilecek maddi ve bedeni zararların karşılanabilmesini teminen sunulacak sigorta ve reasürans teminatlarına ilişkin usul ve esasları belirlemektir.
7269 sayılı yasa 29/son fıkrası zorunlu deprem sigortası yaptırmamış olmayı çok ağır bir yaptırıma bağlamıştır. Buna göre DASK, doğru kullanımla zorunlu deprem sigortası yapılmamış olmasının tespit edilmesi halinde Devletin 7269 ve diğer mevzuattan kaynaklanan kredi açma ve konut yapma yükümlülükleri sona eriyor.
Zorunlu deprem sigortası kapsamı
Uygulamada zorunlu deprem sigortası yaptıran kişiler, örneğin 2.250.000-TL değerinde gösterilen evlerinin depremde yıkılmış olması durumunda böyle bir meblağın kurum tarafından ödeneceği yanılgısına düşmektedirler. Bu yanlış bir beklentidir. Zorunlu deprem sigortasına dahil olmayan teminatlar şöyledir;
- Enkaz kaldırma masrafları, kar kaybı, iş durması, kira mahrumiyeti, alternatif ikametgah ve işyeri masrafları, mali sorumluluklar ve benzeri dolaylı zararlar,
- Her türlü taşınır mal, eşya ve benzerleri,
- Ölüm dahil olmak üzere tüm bedeni zararlar,
- Manevi tazminat talepleri,
- Deprem ve deprem sonucu oluşan yangın, infilak, dev dalga (tsunami) veya yer kaymasının dışında kalan hasarlar,
- Belirli bir deprem hadisesine bağlı olmaksızın binanın kendi kusur ve özellikleri nedeniyle zamanla oluşan zararlar.
Bu zararlar teminata dahil değildir.
Sigorta bedeli tespitinde kullanılan formül şöyledir;
Sigorta bedeli=Meskenin brüt yüzölçümü x Yapı tarzı için belirlenen m2 bedeli
Gizli Ayıp
DASK’ın yanında sıfır bina alanlar haklarını müteahhitlerden de talep edebilir. Müteahhitler teslimden itibaren 5 yıl boyunca üretim hatalarından tüketiciye karşı sorumludur. Boru patlarsa, çatı akarsa yapmak zorundadır. Ancak bunun yanında inşaat, projeye uygun yapılmadıysa veya firma vaat ettiği kalitede malzeme kullanmadıysa özellikle statik projede yer alan taşıyıcı unsurları tam olarak gerçekleştirmediyse bu defa sorumluluk bina ömür boyunca sürer. Evi 20 yıl önce alan da ‘gizli ayıp’ olduğu için hakkını arayabilir. Çünkü vatandaş betonunun kalitesini, demirin cinsini çıplak gözle bakıp anlayamaz. Eğer sıfır aldığınız bina depremde hasar gördüyse önce belediyeye risk ve hasar durumunu tespit ettirmeli, ertesinde ilgili firmaya ihtarname gönderilmelidir. Tespit aşamasında bir başka yol da Sulh Hukuk Mahkemesi’ne başvurmak. İhtarname sonrası hak talebi için arabulucuya başvurmak gerekir. Arabulucuda sorun çözülmezse harç ödemeden tüketici mahkemesinde dava açılabilir. Vatandaş DASK’tan talep edemediği kırılan eşya, hasar nedeniyle otelde konaklama, geçici ikamet kirası ve iş kaybı gibi birçok gider kalemini de ilgili firmadan isteyebilir. Ancak firma iflas etmiş veya ortadan kaybolmuşsa maalesef bu noktada tüketicinin bir sonuca ulaşması pek mümkün olamamaktadır.
Kentsel dönüşüm
Depremden hasarsız, az hasarlı, orta hasarlı çıkan bir binanın riskli olduğu ilgili kuruluşlarca tespit edilirse 6306 sayılı yasanın sağladığı kentsel dönüşüm imkanlardan faydalanılarak dönüşüm gerçekleştirilebilir.
Riskli konutunu dönüştürmek isteyen malikler; yapılacak olan işlem, sözleşme, devir ve tesciller ile uygulamalar, noter harcı, tapu harcı, belediyelerce alınan harçlar, damga vergisi, veraset ve intikal vergisi, döner sermaye ücreti ve diğer ücretlerden; kullandırılan krediler sebebiyle lehe alınacak paralar ise banka ve sigorta muameleleri vergisinden müstesnadır.
Açılabilecek davalar
Taşınmazlara ilişkin eser sözleşmelerinde TBK 478 hükmüne göre yüklenicinin ağır kusuru varsa, ayıplı eserin niteliğine bakılmaksızın ancak yirmi yılın geçmesiyle zamanaşımına uğramaktadır. Ağır kusur durumunun söz konusu olduğu hallerde buna ilişkin dava açmak gerekmektedir.
İmar Kanunu 39 gereği yıkılacak derecede tehlikeli yapılar hakkında gereken önlemlerin belediye ve valilikçe yerine getirilmesi gerekmektedir. Bu sınıflandırmaya giren yapılar nedeniyle zarar görenler hizmet kusuru nedeniyle İdari Yargıya başvurabilirler.
7269 sayılı yasa ve 6306 sayılı yasalar nedeniyle de istisnalar hariç İdari Yargıya başvurulabilmektedir.
Hak Sahibi listesinde yer almama, hak sahibi sayılmama durumlarında da gerekli itirazlardan sonra İdari Yargıda dava açılabilmektedir.
İstisnalar hariç depremzedeler hakkında uygulanabilecek idari işlemlere karşı yürütmenin durdurulması talep edilebilmektedir.
Yukarıda DASK konusunda belirtildiği üzere deprem nedeniyle yaşanması muhtemel hak kayıpları için ileride açılacak davalara temel oluşturmak adına Sulh Hukuk Mahkemesi aracılığıyla delil tespiti yaptırılabilir.
Bunların yanı sıra ceza hukuku bakımında sorumlu olduğunu düşündüğünüz kişiler hakkında suç duyurusunda bulunulabilir.
Gerekli şartlar sağlandıktan sonra Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yoluna da gidilebilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de farklı ülkelerden deprem nedeniyle uğranan zararlar nedeniyle yapılmış başvurular bulunmaktadır. İki mahkemenin de kökeninde deprem olan az olmayan sayıda içtihat niteliğinde kararları bulunmaktadır.
Hizmet kusuru
Hizmet kusuru “idarenin kuruluşunda, düzenlenmesinde ve işleyişinde ortaya çıkan bir ‘bozukluk’, ‘aksaklık’ veya ‘boşluk’ olarak tarif edilmektedir. Hukukumuzda hizmetin “hiç işlememesi”, “geç işlemesi” veya “kötü işlemesi” hizmet kusuru olarak değerlendirilmekte idarenin ortaya çıkan zararı tazmin etmesi gerekmektedir.
“…Anayasanın 125. maddesinde, idarelerin kendi işlem ve eylemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduklarının kurala bağlandığı, kamu idarelerinin yasalarla kendilerine verilen kamu hizmetini gereği gibi yerine getirmek, işleyişini sürekli denetlemek ve gerektiğinde önlem almak zorunda oldukları, kamu hizmetinin geç işlemesi, kötü işlemesi veya hiç işlememesi gibi davranışların hizmet kusuru oluşturduğu, idarenin bu tür hizmet kusuru sayılan davranışlarından doğan zararları tazmin sorumluluğunun bulunduğu…”. D.10.D. Karar Tarihi: 25.02.1998, E. 1996/4292, K. 1998/833; “Anayasanın 125. maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır. İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.” D.10.D. Karar Tarihi: 13.07.2010, E. 2007/6322, K. 2010/5981; “İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.”D.10.D.,Karar Tarihi: 16.12.2003, E. 2002/7475, K. 2003/5193; “Kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında bireylerin uğradığı özel ve olağandışı zararların tazmini gerekmekte olup, bu ilke idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu yönündeki Anayasa hükmünde ifadesini bulmaktadır. İdarenin yürütmekte olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. İdare personelinin kusurunun da idarenin hizmet kusuru kapsamında kaldığı tartışmasızdır.”D. 10. D., Karar tarihi: 20.11.2007, E. 2005/7545, K. 2007/5333.
Mücbir sebep
Mücbir sebep (force majeure) kavramı oldukça eski hukuksal kavramlardan biridir. Mücbir sebep gerek kamu hukukunda gerekse özel hukukta hem kusurlu sorumluluğu hem de kusursuz sorumluluğu bertaraf etmektedir. Mücbir sebep önceden tahmin edilmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olaylardır. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu mücbir sebebi “kökeni, doğal, sosyal ve hukuki olması itibariyle failin dışında kalan, fail tarafından önlenme olanağı bulunmayan, önceden takdir ve tahmin edilemeyen olaylar” olarak tanımlanmaktadır. Mücbir sebep olarak nitelendirilen olay doğal, sosyal, hukuki veya insan kaynaklı olabilmektedir. Mücbir sebep sayılan olaylar genellikle tabii olaylardır. Fakat yukarıda da ifade edildiği gibi mücbir sebep teşkil eden olaylar sadece doğal olaylar değildir. Deprem, heyelan, yıldırım düşmesi, sel, kasırga, bora, hortum, aşırı yağmur veya kar, don, kuraklık vs. gibi olaylar “doğal” olaylara; darbe, savaş, ihtilal, ayaklanma, olağanüstü durumlarda yağmacılık vs. gibi olaylar “beşeri” olaylara; siyasi amaca yönelik olarak yapılan genel grev, ithalat veya ihracat yasaklamaları, sınırların kapatılması “hukuki” olaylara örnek olarak gösterilmektedir. Yargı kararlarında ve doktrinde bir olayın mücbir sebep sayılabilmesi için “dışsallık, öngörülemezlik, karşı konulamazlık” unsurlarını taşıması gerektiği ifade edilmektedir. Dolayısıyla bir deprem hadisesinin mücbir sebep olarak kabul edilebilmesi için sayılan bu şartların tamamını taşıyor olması zorunludur.
Danıştay kararında; “Bir idari işlem veya bir idari sözleşmenin uygulanması durumunda olmayan, idarenin her türlü faaliyetlerinden veya hareketsiz kalmasından, araçlarının kullanımından, taşınır ve taşınmaz mallarının veya tesislerinin yönetiminden dolayı oluşan zararları idari eylem sonucu oluşan zarar ve buna yolaçan eylemi de sonuç olarak idari eylem kavramı içerisinde düşünmek gerekmektedir. Deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan bu davada, yapının üzerinde bulunduğu zeminin özelliği, zemin durumuna göre depreme dayanıklılığının kontrolü, yapı kullanma izni bulunup bulunmadığı, imar planları ve inşaat ruhsatlarının hangi idarelerce yapıldığı ve verildiği, yapıların imar açısından denetlenmesi, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı ve ikamet için yasaklanmış afet bölgelerinin tespit ve ilan edilip edilmediği, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini, projelendirme esaslarını, ülkenin deprem haritalarını hazırlamak konusunda idarelerin üzerlerine düşen görev ve yetkileri yerine getirip getirmediği, denetim ve kontrol görevlerini yapıp yapmadığı hususları ayrı ayrı irdelenmeli ve idarece gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı belirlenmeli ve bunun sonucuna göre; idarenin belli bir hareket tarzı izleyip izlemediği veya hareketsiz kalıp kalmadığı ortaya konulmalıdır. Olaya bu açıdan bakınca yukarıda yapılan belirleme sonucu olayda idarelerin hareketsizliği söz konusu olmakla öğretide de kabul edildiği gibi idarenin bu hareketsizliğinin ‘olumsuz eylem’ olarak kabulü gerekmektedir. Mücbir sebep, sezilemeyen ve karşı konulamayan bir olayı ifade eder. Bu sebep, zararı idareye yüklenebilir olmaktan çıkaran ve zararla idari faaliyet arasındaki illiyet bağını kesen dış bir etken olarak doğal, toplumsal veya hukuki bir olaydan kaynaklanabilir. Sezilemezlik, karşı konulamazlık, kusursuzluk ve gerçeklik halleri mücbir sebebin ayırt edici öğelerini oluşturmaktadır. Deprem kuşağında yer alan bölgede, deprem gerçeğinin bir veri alınması suretiyle yerleşmelerle ilgili alanların belirlenmesi, bu alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların alınması, uygulanması ve denetlenmesiyle ilgili idari faaliyetlerin bütünündeki olumsuzluklardan oluşan idarenin ‘olumsuz eyleminin’ bulunması durumunda, depremin mücbir sebep olarak değerlendirilerek zararla illiyet bağını kestiğini kabule olanak bulunmamaktadır. Bu durumda, Mahkemece uğranıldığı ileri sürülen zararın oluşumunda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi sonucu bir karar verilmesi gerekirken depreminin mücbir sebep kabul edilerek zararla idari faaliyet arasındaki nedensellik bağının ortadan kalktığı gerekçesiyle davanın reddi yolundaki kararda isabet görülmemiştir”. (D.11.D., Karar Tarihi:29.06.2007, E. 2005/1353, K. 2007/6248)
Bu karardan da anlaşılacağı üzere deprem kuşağında yer alan bir bölgede yürütülen faaliyetlerde idarenin depreme karşı hazırlıklı olması gerekmektedir. İdare bu konuda gerekli çalışmaları, araştırmaları, kontrolleri, denetlemeleri yapmadığı takdirde mücbir sebep bahanesine dayanarak sorumluluktan kurtulamayacaktır.
Yapıları denetleme görev ve yetkisi
Belediye, mülki idare amirleri ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığına afet bölgelerindeki yapıları denetleme görev ve yetkisi verilmiştir. Anılan makamlar sorumlu oldukları alanlarda yapıların mevzuata uygun olup olmadığı konusunda gerekli denetimi yapmakla yükümlüdürler. Bu anlamda mevzuata aykırı olarak yapılmış binaların yıktırılması, yeni yapılacak binaların ise mevzuatın öngördüğü kurallara uygun bir şekilde yaptırılması sağlanmalıdır. İdarenin denetleme görevini hiç yerine getirmemesi ya da eksik yerine getirmesi hizmet kusuru teşkil eder. Dolayısıyla bir depremden nedeniyle zarara uğrayan kişi binanın mevzuata aykırı yapıldığını ispatladığı takdirde idarenin zararı tazmin etmesi gerekecektir.
Depremden sonra yürütülecek faaliyetlerin kamu hizmeti olduğuna kuşku yoktur. İdare, kamu hizmetlerinin kurulması ve/veya işletilmesinden kaynaklanan kusurlar nedeniyle doğacak zararlardan sorumludur. Bu anlamda yukarıda bazılarına değinilen kurtarma, yaralılara tıbbi yardım, salgınların önlenmesi, geçici barındırma ve diğer ihtiyaçların karşılanması gibi görevlerin yerine getirilmesinde idare kusurlu davranmışsa meydana gelecek zararları tazminle yükümlü olacaktır.
Comments
No comments yet.