Herhangi bir suç isnat edilmedi. Herhangi bir yanlış davranış sebebiyle savunma da alınmadı. 30 yıldır kamu görevlisi kadrolu profesöre, çalıştığı yüksek öğretim kurumundan ilişiğiniz kesildi diye, evinin kapsına 28 Şubat günü kağıt yapıştırıldı. Yazıda; « artık hizmetinize ihtiyaç yok »(!) yazıyordu. Kanunlarda « artık hizmetinize ihtiyaç yok » diye bir kamu görevini sonlandırabilme sebebi de yoktu. Başarılarla dolu otuz yıllık, hiçbir disiplin cezası bulunmayan, temiz bir memuriyet ve kamu görevlisi siciline sahip kadrolu bir hukuk profesörü sorgusuz sualsiz işinden edilmişti.
İnsan Haksızlıkları Eylem Planı
2003-2005 yılları arasında iki yıl Türkiye İnsan Hakları Kurumu, o zamanki adıyla Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı, Başkanı olarak birçok reformun gerçekleştirilmesinde bu satırların yazarının emeği vardır. Mevzuat reformlarının yanı sıra, başörtüsü mağdurlarının mağduriyetleriyle ilgili Genelkurmay ve Üniversiteler başta olmak üzere birçok kuruma Başbakan adına “rica ederim” bitişiyle resmi yazılara imza attım. Başkanlığımız öncesi dönemde şiir okuduğu için mahkum edilenlerin haklarını savundum.
Daha da öncesinde 28 Şubat darbecileri tarafından dört yıl süreyle yargılandık, 2001 yılında beraat ettik. Ne miydi suçunuz? Aslında bir suçumuz yoktu. Darbecilerce yargılanmanız için bir suçunuz olması da gerekmiyordu. O dönemin Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Şükrü Karatepe dengesiz bir konuşma yapmış, bu konuşma darbenin üç beş gerekçesinden biri yapılmıştı. Peki bana neydi bu konuşmadan?
Bilirkişi heyeti üyeliği
O zaman mevcut olan Kayseri Devlet Güvenlik Mahkemesi, dosyayı üç kişilik bir bilim heyetine göndermişti. Sarf edilen sözler suç oluştur mu diye soruyordu. Bilirkişi heyeti üyelerinden birisi de bendim. Henüz otuz yaşında, hukuk doktoramı yurtdışında, İngiltere’de tamamlamış, demokrasinin beşiği bir ülkeden ülkemize yeni dönmüştüm. İfade özgürlüğüne yürekten inanıyordum.
Düşünce ve düşündüklerini ifade etme özgürlüğü
Düşünce ve düşündüklerini ifade etme özgürlüğü, demokratik süreçte önemli bir yer tutar. Yeni ve daha iyi fikirlerin ortaya çıkmasının zeminini ifade özgürlüğü oluşturur. Birbirinden farklı çeşitli fikirlerin olması ve bunların tartışılması, bireylere farklı düşünceler arasında seçim yapma olanağı sunar. İfade özgürlüğünün varlığı halinde ancak kişiler, kendi düşüncelerinin doğru veya yanlış olduğunu test edebilirler. Demokratik bir toplumda, ifade özgürlüğü, yöneticilerin veya kamu makamlarının hoşuna gidecek şeyleri söyleme hakkı değil, her türlü düşünceyi serbestçe açıklama özgürlüğüdür.
İfade özgürlüğü, sadece onaylanan veya incitici olmayan görüş ve bilgilerin açıklanmasını değil aynı zamanda inciten, şok eden, rahatsızlık veren düşüncelerin açıklanmasını da içerir. Çünkü, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik olmadan demokratik toplum olamaz.
28 Şubat tankları
İnandığım ve benimsediğim bu değerleri ve cümleleri bilirkişi raporuna yazdım. Konuşmacının sözleri, toplumu incitici, şok edici, rahatsızlık verici düşüncelerin açıklanması olsa da suç oluşturmaz dedim. Sen misin bunları yazan? 28 Şubat tankları direksiyonu benim üzerime de kırdı. O zaman darbecilerin borazanı olmuş olan Hürriyet ve Sabah gazeteleri ilk sayfalarından, Kanal D ana haber bültenlerinden şahsımı hedef alan linç kampanyaları başlattılar.
Dönemin İçişleri Bakanı
Dönemin İçişleri Bakanı olan Meral Akşener, üzerine vazife olmadığı halde, mevzuat gereği bilirkişi raporu düzenlemek adli iş olduğundan Memurin Muhakematı Kanunu’na tabi olmadığı halde, kanunu çiğnenerek yargılanmak yönünde karar aldırtarak dört yıl sürecek yargılama sürecini başlattı. Bu şahsın bugün hak ve hukuktan bahsetmesinin hiç bir inandırıcılığı yoktur.
Meral Akşener, o zaman hak etmiş bulunduğum “yardımcı doçentlik” kadrosuna atama dosyam tamam olduğu ve önünde olduğu halde imzalamaktan imtina etti. Darbe dönemi de olsa kanunların uygulanacağına hukukun er geç işleyeceğine inancım vardı. Öyle de oldu, 28 Şubat darbecilerinin etkin olduğu bir dönemde hem İdare mahkemesinde hem de Danıştay’da hakkım teslim edildi. Yargı kararıyla “yardımcı doçentlik” kadrosuna atamam yapıldı.
Sakıncalı Asteğmen
O dönemde bedelli askerlik kanunları ara sıra çıkıyordu. Ancak her kanunda belli bir yaşı geçme şartı olduğundan ve benimde yaşım bu yaş sınırına gelmediğinden bedelli askerlik uygulamasından yararlanamadım. Zorun askerlik uygulaması çerçevesinde askere alındım. Yurtdışında hukuk doktoram olması sebebiyle kısa dönem askerlik uygulamasından da yararlanamadım. Darbecilerin döneminde kendimi uzun dönem (18 ay) askeriyenin içerisinde buldum. Asteğmenlik okulundan sonra, yurtdışı doktoram ve yabancı dil bilgin sebebiyle adıma özel kura geldi, Ankara’da Jandarma Genel Komutanlığı’na tayin edildim. Genel Komutanlıktaki görevimin ikinci haftasında “Şükrü Karatepe’yi aklayan” adam olduğum ortaya çıktı ve sakıncalı asteğmen olarak Ankara dışına tayin edildim.
Askerlik hizmeti boyunca “Şükrü Karatepe’yi aklayan” adam yaftası nedeniyle çok sayıda ve sürekli mobbing mağduru oldumsa da askerlik görevini sağ salim tamamlamayı başardım.
Hukuk uygulaması
2003 de doçent, 2008 de profesör akademik unvanlarımı aldıktan sonra, mevzuat geliştirme ve akademik çalışmaların insanların hayatına yeterince dokunmadığını yaşayarak görmem nedeniyle hukuk uygulaması yapmaya karar verdim. Baroya kaydımı yaptıran insan hakları mağduru olan insanların veya kurumların hak ve özgürlüklerini Mahkemeler önünde cüppe giyerek savunmaya başladım.
Avukat olarak almış olduğum bir davanın karşı tarafının komşusunun “kim olduğunu” bilememiz ve kanunların koruyucu gücünün olacağına inancımız nedeniyle 28 Şubat 2020 tarihinde tekrar insan hakları ihlali mağduru olduk. Ne oluyordu? 28 Şubat devam mı ediyordu? Bin yıl devam edecek diyenler, doğruyu mu söylüyorlardı.
Kadrolu profesörün kanunsuz ilişiğinin kesilmesi
Şahsıma herhangi bir suç isnat edilmedi. Herhangi bir yanlış davranışım sebebiyle savunmam da alınmadı. 30 yıldır kamu görevlisi kadrolu profesör olarak çalıştığım kurumdan ilişiğim kesildi diye elime bir kağıt tutuşturuldu. Kurumumun artık hizmetime ihtiyacı yokmuş(!)
Başarılarla dolu otuz yıllık, hiçbir disiplin cezası bulunmayan, temiz bir memuriyet ve kamu görevlisi siciline sahip kadrolu bir hukuk profesörü sorgusuz sualsiz işinden edilmişti.
Oysa, tabi olduğum 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun Güvenlik başlıklı 18’inci maddesinde; « Kanunlarda yazılı haller dışında devlet memurunun memurluğuna son verilemez, aylık ve başka hakları elinden alınamaz » diyordu.
Oysa, Anayasa ve Yargıtay içtihatları « bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını hiçbir endişeye kapılmadan serbestçe yapmaları gerekir” diyordu.
Oysa, 1993 yılında Londra havaalanında sadece üç kişi olarak karşıladığımız, daha özgür bir ülkeyi inşa edeceğine inandığımız kişi Devletin başındaydı.
Oysa, 25 yıldır boynumuzda taşıdığımız “Şükrü Karatepe’yi aklayan” adam yaftasında adı geçen kişi Külliye’de başdanışmandı.
Biz ise gördüğümüz zulümle baş başa idik! Uygulaması olmayan yasalar olmaz olsun!
Comments
No comments yet.